FORSA
Aile üyelerinizin bu hikayede hangi bölümleri değiştirmek isteyebileceklerini onlara sorunuz:
Forsa hikayesini büyüklerimle okuduktan sonra, Kara Memiş'in 20 yıl boyunca gemide esir kaldığı zamanı, ayaklarının zincirlerle bağlanmasını ve hayatını esir geçirmesini değiştirmek istediler.
Değişen ögelerle birlikte Forsa adlı hikayeyi yeniden kurgulayınız.
Akdeniz'in, esâtir yuvası nihayetsiz ufuklarına bakan küçük tepe, mini mini bir çiçek ormanı gibiydi.
İnce uzun dallı badem ağaçlarının alaca gölgeleri sahile inen keçi yoluna düşüyor, ilkbaharın tatlı
rüzgarlarıyla sarhoş olan martılar, çılgın naralarıyla havayı çınlatıyorlardı. Badem bahçesinin yanı geniş bir
bağdı. Beyaz taşlardan yapılmış kısa bir duvarın ötesindeki zeytinlik, ta vadiye kadar iniyordu. Bağın
ortasındaki viran kulübenin kapısız medhalinden bir ihtiyar çıktı. Saçı sakalı bembeyazdı. Kamburunu
düzeltmek istiyormuş gibi gerindi. Elleri, ayakları titriyordu. Gök kadar boş, gök kadar sakin duran denize
baktı, baktı.
— Hayırdır inşallah! dedi.
Duvarın dibindeki taş yığınlarına çöktü. Başını ellerinin arasına aldı. Sırtında yırtık bir çuval vardı.
Çıplak ayakları topraktan yoğurulmuş sanılacaktı. Zayıf kolları kirli tunç rengindeydi. Tekrar başını kaldırdı.
Gökle denizin birleştiği dumandan çizgiye dikkatle baktı. Fakat görünürde bir şey yoktu. Yıllar boyu mahsur kaldığı adadan kurtulmak istemişti fakat adaya yakın kara parçası bulamamıştı. Bu, her gece uykusunda kendini kurtarmak için birçok gemilerin pupa yelken geldiğini gören zavallı bir ihtiyardı. Yirmi senenin yazları, kışları,
rüzgârları, fırtınaları, güneşlerin en doğalına sahipti ama ailesinin varlığından yoksundu. Her acıktığında ormana gidip yiyecek bir şeyler arardı ya da denize girip balık yakalamaya çalışırdı.En şanlı, en
meşhur Türk gemicilerindendi. Daha yirmi yaşındayken Tarık Boğazı'nı geçmiş, poyraza doğru haftalarca,
aylarca, kenar, kıyı görmeden gitmiş, rast geldiği ücra adalardan cizyeler almış, irili ufaklı donanmaları tek
başına hafif gemisiyle berbat etmişti. O vakitler Türkeli'nde namı dillere destandı. Padişah bile kendisini
saraya çağırtmış, maceralarını dinlemişti. Çünkü Hızır Aleyhisselam'ın gittiği diyarları dolaşmıştı. Öyle
denizlere gitmişti ki, üzerinde dağlardan, adalardan büyük buz parçaları yüzüyordu. Oraları tamamıyla başka
bir cihandı. Altı ay gündüz, altı ay gece olurdu! Karısını, işte bu, senesi bir büyük günle bir
büyük geceden
ibaret olan başka cihandan almıştı. Gemisi altın, gümüş, inci, elmas, esir dolu vatana dönerken, kenarsız
denizin ortasında evlenmiş, oğlu Turgut, Çanakkale'yi geçerken doğmuştu. Şimdi kırkbeş yaşında olmalıydı.
Acaba yaşıyor muydu? Hayalini unuttuğu, karlardan beyaz karısı acaba hâlâ sağ mıydı? Kırk senedir, yalnız
taht şehrinin, İstanbul'un minareleri ufku, hayalinden hiç silinmemişti.Oğluna en güzel balıkları tutma hayaliyle denize açıldığında tansiyonu düşmüş bayılmıştı dengesini kaybedip denize düşmüştü. Uyandığında hiç tanımadığı bir yerdeydi. Bütün ümidi memleketine,
Edremit'e kavuşmaktı. Hayatı olan denizler hayatını yarıda kesmiş gibi hissetsede herxaman denizleri kendine benimsemişti. Otuz sene içinde hiçbir an ümidini kesmedi. "Öldükten sonra dirileceğime nasıl
inanıyorsam, elli yıl yalnızlıktan sonra da memleketime kavuşacağıma öyle inanırım!" derdi.
Oğlu Turgut, Çanakkale'yi geçerken doğmuştu. Şimdi kırkbeş yaşında olmalıydı.
Acaba yaşıyor muydu? Hayalini unuttuğu, karlardan beyaz karısı acaba hâlâ sağ mıydı? Kırk senedir, yalnız
taht şehrinin, İstanbul'un minareleri ufku, hayalinden hiç silinmemişti. "Bir gemim olsa gözümü kapar,
Kabataş'ın önüne demir atarım" diye düşünürdü. eskiden beri gördüğü rüyaları yine görmeye başlamıştı. Kırk senelik bir rüya... Türkler'in,
Türk gemilerinin gelişi...
Gözlerini kadit elleriyle iyice ovdu. Denizin gökle birleştiği yere yine baktı. Evet, mutlaka
geleceklerdi. Buna o kadar emindi ki...
— Kırk sene görülen bir rüya yalan olamaz!
Diyordu. Kulübe duvarının dibine uzandı. Yavaş yavaş gözlerini kapadı. İlkbahar bir umut tufanı gibi
her tarafı parlatıyordu. Martıların:
— Geliyorlar, geliyorlar, seni kurtarmaya geliyorlar!
Gibi işittiği tatlı seslerini dinleye dinleye daldı. Duvar taşlarının arasından çıkan kertenkeleler üzerinde
geziniyorlar, çuvaldan esvabının içine kaçıyorlar, gür beyaz sakalının üstünde oynaşıyorlardı. İhtiyar esir
rüyasında, ağır bir Türk donanmasının limana girdiğini görüyordu. Kasabaya giden yola birkaç bölük asker
çıkarmışlardı. Al bayrağı uzaktan tanıdı. Yatağanlar, kalkanlar güneşin aksiyle parlıyordu.
*
— Bizimkiler! Bizimkiler!
Diye bağırarak uyandı. Doğruldu. Üstündeki kertenkeleler kaçıştılar. Limana baktı. Hakikaten kalenin
karşısına bir donanama gelmişti. Kadırgaların, yelkenlerin, küreklerin biçimine dikkat etti. Sarardı. Gözlerini
açtı. Kalbi hızla çarpmaya başladı. Ellerini göğsüne koydu. Bunlar Türk gemileriydi. Kenara yanaşıyorlardı.
Gözlerine inanamadı. "Acaba rüyam devam mı ediyor?" şüphesine düştü. Fakat uyanıkken rüya görülür
müydü? Kanaat getirmek için elini ısırdı. Yerden sivri bir taş parçası aldı. Alnına vurdu. Evet,
işte
hissediyordu. Uyanıktı. Gördüğü rüya değildi. O uyurken, donanma burnun arkasından birdenbire zuhur
etmiş olacaktı. Sevinçten, hayretten dizlerinin bağı çözüldü. Hemen çöktü. Karaya çıkan bölükler, ellerinde
al bayrak, kalenin etrafına doğru ilerliyorlardı. Kırk senelik bir beklemenin son azmiyle davrandı. Birden
kemikleri çatırdadı. Badem ağaçlarının çiçekli gölgeleriyle örtülen yoldan yürüdü. Kenara doğru koştu.
Koştu. Koştu. Karaya çıkan askerler, ak sakallı bir ihtiyarın kendilerine doğru koştuğunu görünce:
— Dur!
Diye bağırdılar. İhtiyar durmadı, bağırdı:
— Ben Türk'üm, oğullar, ben Türk'üm.
— ......
Askerler onun yaklaşmasını beklediler. İhtiyar, Türkler'in yanına yaklaşınca önüne ilk geleni tutup
öpmeye başladı. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Haline bakanların hepsi müteessir olmuştu. Biraz heyecanı
sükun bulunca ona sordular:
—Kaç yıldır buradasın?
— Kırk!
— Nerelisin?
— Edremitli.
— Adın ne?
— Kara Memiş.
— Kaptan mıydın?
— Evet...
İhtiyarın etrafındaki askerler birbirine karıştı. Bir çığlıktır koptu. "Bey'e haber verin!... Bey'e haber
verin!" diye bağrışıyorlardı. İhtiyarın kollarına girdiler. Kuş gibi deniz kenarına uçurdular. Bir sandala
koydular. Büyük bir kadırgaya çıkardılar. Askerin içinde onun menkıbelerini bilmeyen, şöhretini duymayan
yoktu. Biraz güvertede durdu. Sevinçten kırk senedir hasret kaldığı millettaşlarını görmekten, şaşırmış,
aptallaşmıştı. Ayağına bir çakşır geçirdiler. Sırtına bir kaftan attılar. Başına bir kavuk koydular.
— Haydi, Bey'in yanına!
Dediler. Kendini kadırgaya getiren askerlerle beraber büyük geminin kıçına doğru yürüdü.. Kara
palabıyıklı, sırmalı esvabının üzerine demir, çelik zırhlar giymiş, iri bir adamın karşısında durdu.
— Sen kaptan Kara Memiş misin?
— Evet! dedi.
— Hızır Aleyhisselâm'in geçtiği yerlerden geçen sen misin?
— Benim.
— Doğru mu söylüyorsun?
— Ne yalan söyleyeceğim?
— Aç bakayım sağ kolunu!
İhtiyar, kaftanın altından kolunu çıkardı. Sıvadı. Bey'e uzattı. Pazusunda haç şeklinde derin bir yara
izi vardı. Bu yarayı, gecesi altı ay süren bir adadan karısını kaçırırken almıştı. Bey, ellerine sarıldı. Öpmeye
başladı.
— Ben senin oğlunum! dedi.
— Turgut musun?
— Evet
— .......
*
İhtiyar sevincinden bayılmıştı. Kendine gelince oğlu, ona:
— Ben karaya cenk için çıkıyorum. Sen gemide rahat kal, dedi.
Eski kahraman kabul etmedi:
— Hayır. Ben de beraber cenge çıkacağım.
— Çok ihtiyarsın baba.
— Fakat kalbim kuvvetlidir.
— Rahat et! Bizi seyret!
— Kırk yıldır deniz cenklerini özledim.
Oğlu:
— Vurulursun! Vatana hasret gidersin!
Diye onu gemide bırakmak istedi. Kara Memiş, o vakit birdenbire gençleşmiş bir kaplan gibi doğruldu.
Duramıyordu. Kalkan, kılıç istedi. Sonra geminin kıçında sallanan sancağı göstererek:
— Şehit olursam bunu üzerime örtün! Vatan al bayrağın dalgalandığı yer değil midir? dedi.
. . . . . …………………………
Yeniden kurguladığınız hikayede nasıl bir değişiklik meydana geldi?
Yeniden kurguladığım metinde Kara Memiş'in adaya düşme sebebinde değişiklik meydana gelmiştir.
Forsa adlı hikayenin yazarı siz olsaydınız hikayeyi nasıl devam ettirirdiniz, ailenize anlatınız?
Hikayenin yazarı ben olsaydım, Kara Memiş'in karısına ve yuvasına, kendi memleketine kavuştuğunu yazardım. Ailesiyle mutlu, kendi oğluyla birlikte cenklere katılan babanın mutluluğundan bahsederdim. Tekrardan evin reisi olmuş eşin yemeklerinden tekrar yemiş bir reisin duyduğu sevinçten bahsederdim.
Yaptığınız çalışma hakkında aile fertlerinizin duygu ve düşüncelerini öğreniniz ve yazınız.
Ailem, bu hikayenin daha az üzücü olduğunu düşünüyor. Kendi oğluna balık tutmak için kendi hayatını feda eden bir babanın hikayesini anlattığı için gururlular. Ailesine tekrardan kavuşmuş bir babanın yeniden mutlu olmasından memnunlar.
Ailenizle yaptığınız bu çalışma hakkında neler hissettiniz, yazınız. '
Ailemle birlikte bu çalışmayı yaptığım için mutluyum ve hikayenin daha az üzücü olmasını sağladığım için mutluyum.
Yorumlar
Yorum Gönder